30 Mayıs 2012 Çarşamba


BİRAZ DA GÜLELİM... :)



ERİKSON'UN GELİŞİM EVRELERİ

ERİKSON’UN İNSANIN SEKİZ EVRESİ KURAMI 
Erik Erikson(1902-1994 ), ego psikolojisinin en önde gelen kişileri arasında yer almaktadır.Erikson,Freud’un psikoseksüel gelişim olarak tanımladığı ve cinsel gelişmeyi temel alarak hazırladığı gelişimi,psikososyal kuram adı altında yeniden incelemiş,bu gelişimi “İNSANIN 8 EVRESİ” adı altında 8 evre halinde ele almıştır.Her evrede benliğin karşılaştığı bir olumlu benlik,bir de bunun karşıtını belirtmiştir.Temel güven ve bunun karşıtı olan temel güvensizlik gibi.
Aşağıda Erikson’un bu kuramı özetlenmiştir.

1.GÜVEN YADA GÜVENSİZLİK(0-1 YAŞ)Bu dönem,Freud’un oral döneminin karşılığıdır.Çocuğun bu dönemde ilişki kurduğu en önemli kişi anne veya anne yerine geçen kişidir.Anne-çocuk ilişkisinde süreklilik,tutarlılık ve aynılık sağlanabilirse;çocuk,annesinin kendisini hep seveceğinden,isteyeceğinden ve terk etmeyeceğinden emin olma duygusu geliştirebilirse,çocukta temel güven duygusunun çekirdeği oluşur.Bebekteki sosyal güvenin ilk belirtisi,bebeğin beslenmesinin rahat ve tabii hale gelmesi,uykusunun derinleşmesi,bağırsaklarının rahatlamasıdır.
Bu dönemin tehlikesi,temel güven duygusunun sağlıksız gelişmesidir
Erikson’a göre,en sağlıklı şekilde yetişmiş çocuklarda bile geçmişte bir zamanlar ana kucağında yaşanmış güzel bir cenneti yitirmiş olma duygusu ile bu cennete karşı bir özlem kalıntısı vardır.Bu cenneti yeniden bulma gereksinimi,Tanrıya inançta simgelenmiştir.Din, Erikson’a göre,insanda temel güveni sağlar.

2. ÖZERKLİK(OTONOMİ) YADA UTANÇ VE KARARSIZLIK(2-3 YAŞ).Bu dönem,Freud’un anal döneminin karşılığıdır.Çocukta bu evrede birbirine karşıt eş-anlı iki eğilim arasında bir seçim yapabilme yetisi gelişmektedir.Örneğin;çocuk önce annesine sarılır,sonra onu iter.Eline geçirebildiği şeyleri yakalar,sonra atar.Kakasını inatla tutabilir yada bunları öfkeyle fırlatırcasına bırakabilir.Bu,yeni bir durumdur.Yapma yada yapmama,isteme yada istememe gibi.İşte özerklik duygusu birbirine zıt istek ve eğilimler arasında bir seçim yapabilme gücüdür.Çocuk içinde bulunduğu toplumun beklentilerine göre bazı şeyleri yapmayı örn;kakasını,çişini uygun zaman ve yerde bırakmak üzere tutabilmeyi öğrenirken,ağır utandırmalar ve cezalarla karşılaşırsa,utanç ve seçim yapabilme ve irade yetilerinin gelişimi kösteklenebilir.
Bu dönemin tehlikesi,utanç ve kuşkuculuk duygularının aşırı gelişmesidir
.
3. GİRİŞİM YADA SUÇLULUK(3-5 YAŞ).Bu dönem,Freud’un fallik döneminin karşılığıdır.İlk iki dönemde çocukta güven ve özerklik duygularının temeli atılmıştı.Bu dönemde ise,çevreyi keşfetme ve ona egemen olma amacıyla girişim duygusunun temelleri atılmaktadır.Çevrenin tutumu çok önemlidir.Çevre tutumları hep baskılı,engelleyici,suçlayıcı olduğu sürece çocukta merak etme,yarışmadan hoşlanma,amaçta ısrar etme,başarmaktan zevk alma duyguları sağlıklı gelişemez.Gene bu dönemde çocuğun motor gelişmesi hızla olgunlaşırken,cinsel organlara yönelik ilgileri de artmıştır.Bu merak onu mastürbasyona,çocuklar arası cinsel oyunlara,büyüklerin cinsel yaşantısına aşırı ilgiye götürebilir.Bu dönemde aşırı korkutma,suçlandırma,ceza çocuğun ileriki yaşamında cinsel sorunlar yaşamasına yol açabilir.
Bu dönem,analitik kuramda Oedipus Kompleksi olarak bilinen dönemdir.
Bu dönemde çocuk,ana yada baba ile özdeşim yaparak çocuk benliğini geliştirir,üst benlik oluşmaya başlar.
Bu dönemin tehlikesi,aşırı suçluluk duygusunun gelişmesidir.

4. ÇALIŞKANLIK YADA AŞAĞILIK DUYGUSU(6-11 YAŞ).Bu dönem,Freud’un gizil(latent) döneminin karşılığıdır.Çocuk,bu dönemde tek başına bir şeyler yapamayacağını sezerek başkaları ile işbirliği kurmaktan ve birlikte çalışmaktan haz almaya başlamıştır.Bu yaş grubunun dünyasına artık araç gereçler girmeye başlar,(çekiçle çivi çakmak,oyuncak yada bebekleri kırıp yeniden yapmak vs.).Çocuk,artık ortaya çıkardığı şeylerle başkaları tarafından tanınmak ister.Başarılarından gurur ve zevk alma duygusu gelişmiştir.
Bu dönemin tehlikesi,çocukta aşağılık duygusu ve yetersizliğin gelişmesidir.

5. EGO KİMLİĞİ YADA ROL KARMAŞASI(11-20 YAŞADOLESAN DÖNEMİ).Bu dönem,çocukluk ve yetişkinlik arasında bir geçiş dönemidir.Kişinin toplumsal yerini,mesleksel konumunu ve cinsel kimliğini tanımaya,yerine oturtmaya çalıştığı bir dönemdir.İşte bu çabaya kimlik bunalımı denir.Kimlik bunalımı ile kimlik karmaşasını birbirinden ayırt etmek gerekir.Kimlik bunalımı her gencin kendi kimlik duygusunu kazanabilmesi için bilinçli yada bilinçdışı olarak verdiği bir savaşımdır ve doğal bir süreçtir.Kimlik karmaşası ise,bu bunalımın ağırlaşması;geçici de olsa uyumun oldukça ağır biçimde bozulmasıdır.Kimlik karmaşası,ruhsal çökkünlük,aşırı taşkınlık,antisosyal davranışlar vs.ile ortaya çıkabilir.Danışma ve tedavi olumlu sonuçlar verebilir.Kimilerindeyse bu durum,yıllarca sürebilir.


6. YAKIN İLİŞKİLER YADA SOYUTLANMA(GENÇ YETİŞKİNLİK DÖNEMİ).Bir önceki dönemde kimlik duygusunu yerleştiren genç,bu dönemde kendi kimliğini bir başkası yada başkalarının kimliği ile birleştirebilmeye hazırdır.Bu yakın ilişkiler kurma evresidir.Burada yakınlaşmadan,bireyin somut birleşmelere,eşleşmelere kendini bırakabilmesi,özveri yada ödünlerde bulunabilmesi anlaşılmalıdır.Kimlik bocalamasından henüz çıkamamış kişiler için bu dönemin tehlikesi yalnızlık duygusudur.

7. ÜRETKENLİK YADA KISIRLIK (YETİŞKİNLİK DÖNEMİ).Bu dönemde üreticilik deyince yeni bir kuşağı oluşturmak ve ona rehberlik etmek anlaşılır.Benliğin en önemli işlevi üretme,yaratma ve üretilen,yaratılan şeylere sevgi ile bağlanmadır,(çocuklar,sanat,bilim alanındaki yapıtlar vs.).
Bu dönemin tehlikesi,kısırlık,verimsizlik,durağanlık ve benliğin yoksullaşmasıdır.

8. EGO BÜTÜNLEŞİMİ YADA UMUTSUZLUK.Benlik bütünlüğü,olumlu olumsuz,acı tatlı yönleri ile bir bütün yaşamın olduğu gibi kabullenişidir,geleceğin korku ve endişe ile karşılanmamasıdır.kişi,sonucu belli olan gelecekten yani ölümden korkmaz.Benlik bütünlüğü duygusundan yoksun olan kişi,yaşamını yeni baştan yaşama özlemi duyar ve ölümden korkar.Eğer daha önceki evreler sağlıklı yaşanmışsa,kişi yaşlılığı ve ölümü de yaşamın doğal bir parçası olarak görür ve huzurludur.
Bu dönemin tehlikesi,umut yitimi ve ölüm korkusudur.

Erikson’ a göre,her gelişen dönem kendisinden sonra gelen döneme bir zemin hazırlar ve daha sonra gelen dönem önceki dönemlerden etkilenir.Yani daha önceki dönemler sağlıklı gelişmiş yada gelişmemişse,bundan sonraki dönemlerin gelişimi de bundan büyük ölçüde etkilenecektir
 

22 Mayıs 2012 Salı

  

ABANT İZZET BAYSAL ÜNİVERSİTESİ EĞİTİM FAKÜLTESİ ÖĞRENCİLERİNİN KİTAP OKUMA ALIŞKANLIKLARI ÜZERİNE BİR ARAŞTIRMA





Yunus BAYAR
Yasin BIYIKLIOĞLU
Hüseyin Buğra KARAMAN
Mesut SARI
Uğur ŞEKER[1]






Özet
            Bu çalışmada üniversite öğrencilerinin kitap okuma alışkanlıklarına yönelik tutumları ve bu tutumları etkileyen faktörler belirlenmeye çalışılmıştır. Araştırmaya Abant İzzet Baysal Üniversitesi Eğitim Fakültesi; Sınıf Öğretmenliği, Bilgisayar Öğretmenliği, Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık, Sosyal Bilgiler Öğretmenliği, İlköğretim Matematik Öğretmenliği ve Resim Öğretmenliği lisans programlarında eğitim gören 25’i kız, 25’i erkek olmak üzere 50 öğrenci dâhil edilmiştir.
            Araştırmada öğrencilerin çok sık kitap okumadığı, sıklıkla kitap okunan vakitlerin kişiden kişiye değiştiği görülmüştür. Bunun yanında düşündürücü kitapların eğlendiren kitaplara göre daha çok tercih edildiği, yabancı yazarların yerli yazarlara göre daha çok okunduğu, okunan kitapların genellikle kütüphanelerden temin edildiği, kitap okumadaki amacın çoğunlukla “kendini geliştirme” olduğu sonuçlarına varılmıştır.





Anahtar Kelimeler: Kitap, Kitap okuma, AİBÜ, Okuma alışkanlığı







Giriş
            Bilgi sahibi olmak, çağımızda hayati önem arz etmektedir. Bilgi, geniş birikimlerin sermayesi olma konumuna gelmiş ve bireyler bilgi edinebilmek adına uğraşlar vermeye başlamıştır. Çeşitli yöntemler olsa da bilgi edinebilmenin en temel yolu okumaktır. Bilgi sahibi olmak, insanlar arasında bir rekabete dönüştüğü için okuma faaliyetlerinin önemi günbegün artmaktadır.
            İnsanı araştırmaya ve birtakım gerçeklerin farkına varmaya iten güç, ondaki merak duygusudur ve bu merak duygusunun tatmin edilmesinde gerekli olan temel unsur okumaktır. Okumak aynı zamanda insanın içinde yaşadığı zamana ve çevreye yabancılaşmaması için yapılması gereken temel bir faaliyettir (Yılmaz ve Benli, 2010).
            Bahsedildiği üzere bilgi edinebilmek için okumak gerekir; fakat okuma faaliyeti bir alışkanlığa dönüştürülmediği sürece bilgi edinmede yetersiz kalacaktır.  Kitap okuma alışkanlığı kazanabilmek ise günümüzde başlı başına bir sorun haline gelmiştir. Çeşitli sebeplerden dolayı insanlar okuma faaliyetlerine gerekli ehemmiyeti vermemekte ve dolayısıyla bilgi edinebilme süreçleri de aksamaktadır. Bu engelleyici faktörlere ilişkin bilgiler de bu çalışmada verilecektir.
            “Toplumsal gelişimi önemli ölçüde etkileyen okuma alışkanlığı bireylerde küçük yaşlarda kazanılmaya başlanan bir davranıştır” (Çakmak ve Yılmaz, 2009; s.492). Erken yaşlarda okuma alışkanlığının kazanılabilmesi için bireyin çevresinin ve ailesinin üzerine düşen bir takım sorumluluklar mevcuttur. Özellikle ailenin ve okulun bireyi okumaya sevk etmesi gerekir. Bu sebeple ailenin okuma alışkanlığının gerekliliği hakkında bilinçli olması gerekir.
            Ailenin yanında okula ve öğretmenlere de büyük görevler düşmektedir. Öğretmenler okuma alışkanlığı kazanmak konusunda öğrencilerini, hatta aileleri bilinçlendirmelidir. Çocuk büyük oranda öğretmenini model aldığı için öncelikle öğretmenlerin okuma alışkanlığını kazanması gerekir. Bunun sağlanabilmesi içinde eğitim fakültelerinde öğretmen adaylarına bu olgunun kazandırılması gerekir. Bunun için öncelikle eğitim fakültesi öğrencilerini kitap okumaya sevk eden veya onları kitap okumaktan alıkoyan faktörlerin belirlenmesi gerekir.
            Şüphesiz öğretmenin sadece öğrencilerine aktaracaklarını bilmesi yeterli değildir. Öğretmen, dersini verimli kılabilmek adına genel kültür yelpazesini geniş tutmalı ve bunun için de çokça okumalıdır.
  Küçük yaşlardaki çocuklar öncelikle ebeveyn ve öğretmen, daha genel olarak aile büyükleri, yakınları ve kütüphaneciler gibi yaşam alanlarının içinde olan kişileri kendilerine örnek alırlar. Bu nedenle okuyan ve okumaya teşvik eden ebeveynin, öğretmenlerin, kütüphanecilerin ve çocuğun çevresinde bulunan diğer kişilerin, okuma alışkanlığı yüksek bir toplum yaratmada önemli rolleri bulunmaktadır. Dolayısıyla okumayan bir ailenin ya da öğretmenin çocuklara okumaları konusunda telkinde bulunması inandırıcı olmayacaktır (Odabaş H., Odabaş Z. ve Polat, 2008; s.436).

Sonuç olarak öğretmenler öğrencilerine okuma alışkanlığı kazandırmak istiyorsa öncelikle kendisi okumalıdır ve eğitim fakültesinde geçirdiği zaman zarfı bu alışkanlığın oluşabilmesinde çok önemlidir. Bu çalışmada eğitim fakültesi öğrencilerinin kitap okuma alışkanlıkları ve buna ilişkin çeşitli etkenlerin üzerinde durulacaktır.
           


Amaç
            Bu çalışma, AİBÜ Eğitim Fakültesi’nde lisans programını sürdüren öğretmen adaylarının okuma alışkanlıklarını bazı değişkenler açısından incelemeyi amaç edinmiştir. Adayların ne sıklıkla kitap okuduğu, onları kitap okumaya sevk eden veya onları kitap okumaktan alıkoyan faktörlerin neler olduğu üzerinde durulmuştur. Kitap okuma alışkanlığı kazanma veya kazanamama süreçlerinde ailenin, çevrenin ve okulun etkilerinin neler olduğu saptanmaya çalışılmıştır.
           
Yöntem
Bahsi geçen unsurların belirlenebilmesi için anket yöntemi kullanılmış olup, yarısı erkek yarısı kız olmak üzere 50 öğrenci anket uygulamasına dâhil edilmiştir. Katılımcıların tamamı Abant İzzet Baysal Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde lisans programını sürdürmekte olup bunlardan 12’si Sınıf Öğretmenliği, 9’u Bilgisayar Öğretmenliği, 7’si İlköğretim Matematik Öğretmenliği, 7’si Türkçe Öğretmenliği, 6’sı Sosyal Bilgiler Öğretmenliği, 5’i Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık Eğitimi Bölümü ve 4’ü de Resim-İş Öğretmenliği Bölümü’nde eğitim görmektedir. Katılımcılara opsiyonel cevaplama imkânı da bulunan sıralamalı ve çoktan seçmeli 18 soru yöneltilmiştir.


Bulgular
            Bu çalışmada kullanılan anket yöntemi sonucunda bazı bulgulara ulaşılmıştır.

-Kitap Okuma Sıklığı
Bu araştırmanın sonucuna göre Abant İzzet Baysal Üniversitesi Eğitim Fakültesi öğrencilerinin %48’i haftada birkaç gün, %28’i her gün, %20’si ayda birkaç gün okumakta; %4’ü hiç kitap okumamaktadır. Öğrencilerin %48’i günde yarım saat-bir buçuk saat, %10’u bir buçuk-iki buçuk saat, %4’ü iki buçuk saat ve üzeri kitap okumaktayken; %38’i yarım saat okumakta veya hiç okumamaktadır. %34’ü yılda 6-10 kitap, %32’si 11-20 kitap, %24’ü 1-5 kitap, %10’u 20 ve üzeri kitap okumaktadır.
           
-Kitap Tercihleri
Öğrencilerin %40’ı düşündürücü tarzda kitapları tercih ederken, %32’si eğlendirici, %26’sı bilgi verici, %18’i de kişisel gelişim tarzında kitapları tercih etmektedir.%44’ü yabancı yazarları okurken, %34’ü yerli yazarları, %16’ı popüler yazarları ve diğer %16’lık dilim de dünya görüşüne uygun yazarları okumaktadır.
           
-Kitap Seçiminde Etkili Faktörler ve Kitaplara Ayrılan Bütçe
Katılımcıların %32’si bir kitabı seçiminde arkadaş tavsiyesine güvenirken, %30’u kitabın ismine göre, %30’u kitabın popülerliğine göre, %20’si kitabın kapağına göre,%8’i de kitabı seçerken kitabın kalınlığına dikkat etmektedir.%48’i seçtiği kitapları kütüphaneden, %42’si satın alarak, %24’ü arkadaşından alarak, %2’si diğer yollardan kitapları temin etmektedir. Öğrencilerin %56’sı nadiren kitap satın alırken, %44’ü ayda bir, %6’sı haftada bir kitap almaktadır.%4’ü ise hiç kitap almamaktadır.Katılımcıların %46’sı ayılık harçlığının %10-20’sini kitaba ayırırken, %4’ü 20-40’ı arasını ayırırken, %40’ı kitaba aylık harçlığından hiç para ayırmamaktadır.
           
-Kitap Okumaya Sevk Eden ve Okumaktan Alıkoyan Faktörler
Öğrencilerin %50’si kendini geliştirmek için kitap okurken,%40’ı sevdiği için,  %10’u bilgi edinmek için kitap okumaktadır.%6’sı da diğer sebeplerden dolayı kitap okumaktadır. Katılımcıların %52’si kitap okumama konusunda zamansızlıktan yakınırken, %22’si isteksizlik, %12’si kitap fiyatları, %12’si okumaya uygun ortamın olmayışı, %6’ı da diğer nedenlerden ötürü kitap okuyamamaktadır.
           
-Kitap Okumada Ailenin Etkisi
Katılımcıların %48’i ilk ve orta öğretim yıllarında anne ve babasını hiçbir zaman kitap okurken görmemiştir. %22’si nadiren, %20’si ara sıra, %10’u da sıklıkla anne ve babasını kitap okurken görmüştür.
           
-Okunan Kitapların Değerlendirilme Biçimi
Katılımcıların %72’si kitapları okuduktan sonra saklama yoluna giderken, %24’ü arkadaşları ile paylaşmaktadır. %6’lık dilim diğer yolları tercih ederken kalan %2 ise okuduğu kitabı çöpe atmaktadır. Katılımcılardan %64’ünün evinde kitaplığı bulunmaktayken kalan kısmın evinde bir kitaplığı yoktur.
           
-Kitap Okumaya Tercih Edilen Aktiviteler ve Materyaller
Katılımcıların %56’sı kitap okumak yerine internetle meşgul olmayı, %46’sı gezmeyi, %26’sı televizyon izlemeyi ve %14’ü de ders çalışmayı tercih etmektedir.
            Ankete katılanların %46’sı kitaplar dışında gazete okumayı, %20’si dergi, %14’ü sanal yazıları okumayı tercih etmektedir. Kalan %34’lük kesim ise bu yazıların hepsini okumayı tercih etmektedir.
           
-Üniversitenin Etkisi
Öğrencilerin %50’si üniversiteye başladıktan sonra okuma alışkanlığında artma olduğunu söylerken, %22’si daha az okumaya başladığını söylemiştir. %12’si okuduğu türler ve yazarlarda değişiklik olduğunu, %16’sı ise okuduğu tür ve yazarlarda üniversiteye başlamasının hiçbir etkisinin olmadığını söylemektedir.

-Okunan Türler
           Tablo 1’de türlerin katılımcılar tarafından tercih edilme sıralaması verilmiştir. Buna göre roman, türler arasında en çok tercih edilen tür olmakla beraber romanı hikaye türü takip etmektedir. Ayrıntılı veriler Tablo 1’de verilmiştir.

(Tablo 1): Tercih edilen türlerin sıralaması
Soru -5-
1. Tercih
2. Tercih
3. Tercih
4. Tercih
5. Tercih
6. Tercih(Opsiyonel)
Roman
38
8
3
1
0
0
Şiir
5
11
13
6
15
0
Hikaye
1
21
17
9
2
0
Deneme-Makale
3
7
6
17
17
1
Biyografi
2
4
11
17
16
0
Diğer
1
0
0
0
0
0




Sonuç ve Öneriler
            Eğitim fakültesi öğrencilerinin kitap okuma alışkanlıkları üzerine yapılan bu araştırmada şu sonuçlara ulaşılmıştır:
            Haftanın her günü kitap okuyan öğrenciler %28 oranında ve eğitim fakültesinde okuyan öğrencinin sahip olması gereken profil açısından bakıldığında düşük bir oran. %48’lik gibi büyük bir kesim ise haftanın bazı günleri okumakta ve bu da okuma olayını sistemleştirmediklerini göstermektedir. Oysa geleceğin öğretmenleri, öğrencilerine faydalı olabilmek için çokça okumalı ve bunu düzenli bir şekilde gerçekleştirmelidir.
            Katılımcıların %48’i düşündürücü tarzda, %32’si ise eğlendirici tarzda kitapları tercih etmekte ve bu da okurların belli tarzlara odaklandıklarını, okunması gereken tarzlar arasında dengeyi sağlayamadıklarını göstermektedir. Ayrıca kişisel gelişim kitaplarına verilen önemin de tercih edilme oranına bakarak az olduğu söylenebilir. Kişisel gelişim özellikle bir öğretmen adayı için çok önemli olduğundan, okunması teşvik edilerek bu oran yükseltilmelidir.
            Şüphesiz kitap okuma oranlarının düşük olmasında kitap fiyatlarının da etkisi büyük. Araştırmada, katılımcıların %12’sinin kitap fiyatlarının yüksek olması nedeniyle kitap okumadığı sonucuna varılmıştır. Oysa kitap okumaya engel faktörler arasında maddi nedenlerin olmaması, gerekirse öğrenciler ve kitaplar arasındaki bu maddi engellerin devlet eliyle kaldırılması gerekmektedir. Kitabı satın alacak imkânı olmayan okurlar için kütüphanelerin yeterli zenginlikte olması şarttır. Kütüphanelerin geliştirilmesi ve çoğaltılması hususlarında ise yine devlete büyük işler düşmektedir.
            Kitap fiyatlarının öğrenci bütçesine el verişli olmayışı, öğrencileri kütüphanelere yöneltmiştir. Bu yönelme okul tarafından desteklenmeli ve öğretmenler öğrencileri kütüphanede vakit geçirmeye yöneltecek aktivitelere yer vermelidir (Ekici, Belli ve Gürbüz, 2009).
            Zamansızlık da öğrencilerin kitap okumasına engel olarak belirttiği önemli bir faktör. Aslında ülkemizin geneline bakıldığında okumamanın nedeni zamansızlık olarak belirtilir ama zamansızlığın çok da ciddi bir engel olmadığı artık herkes tarafından bilinmektedir. Zira insan okumak istediğinde gün içinde uğraştığı ve okumaktan daha az katkıda bulunan faaliyetlerden feragat ederek okumaya pekâlâ zaman bulabilir.
            Araştırmadan çıkan diğer çarpıcı bir sonuç ise öğrencilerin %48 gibi büyük bir çoğunluğunun ilk ve orta öğretim döneminde ailesini kitap okurken hiç görmemiş olmasıdır. Bu durum çocuğun aile tarafından okumaya teşvik edilmediğini ve dolayısıyla okuma alışkanlığını küçük yaşlarda kazanamadığını bize göstermektedir. Yani aile, çocuğunun okuma alışkanlığı kazanması yolunda üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmemektedir.
            Bu kapsamda öğrencilerin ödül vasıtasıyla okumaya sevk edilmesi, üniversitelerin okuma alışkanlığı konusunda yaptığı bilinçlendirme faaliyetlerinin artırılması ve öğrencilerin sadece ders kitaplarına odaklanmasını engellemek, onları diğer materyallere yöneltmek gibi öneriler söz konusu olabilir (Batur, Gülveren ve Bek, 2010).
Görüldüğü üzere okuma alışkanlığının olmayışı birçok nedene bağlanmaktadır fakat bütün nedenlerin altındaki asıl neden bilinçsizliktir. Kitap okumak çoğunlukla gereksiz görülmekte ve katkıları göz ardı edilmektedir. Yapılacak şey öğrencinin, ailesinin ve öğretmenlerinin okumak hakkında yeterli bilince sahip olmasını sağlamaktır. Kitap okumaya tercih edilen ve hiçbir katkısı olmayan bazı etkenler (örn: tv) kısıtlanmalı ve birey okumaya yöneltilmelidir. Kitap okuyan ve düşünen bir genç nesil oluştuğunda toplumun geleceği daha parlak olacak ve refah seviyesi yükselecektir. Ama söylendiği gibi bütün bunların olabilmesi için kitap okumaya gerekli önemin verilmesi ve bireyler -öğrenci veya öğretmen- kitap okumaya teşvik edilmelidir.
            

KAYNAKÇA
Batur, Z.,Gülveren, H. ve Bek, H. (2010). Öğretmen adaylarının okuma alışkanlıkları üzerine    bir araştırma: Uşak Eğitim Fakültesi örneği. Uşak Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi,            3(1), 32-49.

Çakmak, T. ve Yılmaz, B. (2009). Okul öncesi dönem çocuklarının okuma alışkanlığına
            hazırlıkdurumları üzerine bir araştırma: Hacettepe Üniversitesi Beytepe Anaokulu
örneği. Türk Kütüphaneciliği, 23(3), 489-509.   

Ekici, S., Belli, E. ve Gürbüz, A. (2009). Muğla Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu öğrencilerinin kitap okumaya ilişkin görüşleri üzerine bir araştırma. Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi, 6(2), 132-147.    

Kuş, Z. ve Türkyılmaz, M. (2010). Sosyal Bilgiler ve Türkçe öğretmeni adaylarının okuma durumları: (ilgi, alışkanlık ve okuma stratejilerini kullanım düzeyleri). Türk Kütüphaneciliği, 24(1), 11-32.

Odabaş, H., Odabaş, Y.Z. ve Polat, C. (2008). Üniversite öğrencilerinin okuma alışkanlığı: Ankara Üniversitesi örneği. Bilgi Dünyası, 9(2), 431-465.

Yılmaz, M. ve Benli, N. (2010). Sınıf öğretmeni adaylarının okuma alışkanlığına yönelik     
            tutumlarının bazı değişkenlere göre incelenmesi. Erzincan Eğitim Fakültesi Dergisi,
            12(1), 281-291.



[1] Abant İzzet Baysal Üniversitesi Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümü Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık Anabilim Dalı 1. Sınıf Öğrencileri

18 Mayıs 2012 Cuma


HAYATA SIFIRIN ALTINDAN BAŞLAMAK
   5 Haziran 1932’de beyin felcinin kurbanı olarak Dublin’de dünyaya geldi. Bir duvarcı ustasının 13’ü hayatta kalabilen 22 çocuğundan biriydi. Doktorlara bakılırsa konuşamayacak ve hareketlerini kontrol edemeyecekti; sol ayağı hariç...
   Dört aylık olduğunda bebeğin davranışlarına yansıyan değişiklikleri ilk olarak annesi fark etti. Bebeği beslemeye çalışıyor; ancak kafası sürekli arkaya düşüyordu. Boynunun arkasına elini koyup, kafasını sabit tutarak bunu düzeltmeye çalıştı anne. Fakat elini çektiği anda tekrar arkaya düşüyordu. Bu, ilk uyarı işaretiydi. Bebek büyüdükçe diğer zorluklar da birer birer çıkıyordu ortaya. Elleri neredeyse sürekli olarak sımsıkı kapalıydı ve arkaya doğru bükülüyordu. Çenesi kapalı olduğundan biberonu kavrayamıyor, aniden yumuşayıp gevşeyen ağzı bir tarafa kayıyordu.
  Endişeli anne korkularını babasına açtı ve daha fazla gecikmeden tıbbi yardıma başvurmaya karar verdiler. Bebeği hastanelere taşımaya başladıklarında bir yaşını geçmişti. Bebeği gören ve muayene eden doktorlar, durumunu ilginç ve bir o kadar da ümitsiz olarak değerlendirdiler. Çoğu, anneye nazik bir biçimde çocuğunun beyinsel olarak özürlü olduğunu ve öyle kalacağını söyledi. Beş sağlıklı çocuk büyüten genç bir anne için bu çok ağır bir darbeydi. Çocuğunun tedavi edilemez ve umutsuz olduğu gerçeğini anne kabul etmiyor, onun doktorların söylediği gibi bir embesil olduğuna inanmıyordu. Annenin bu tavrı doktorlara küstahlık gibi geliyordu. Bundan sonra onu bir insan olduğunu unutarak besleyip yıkamak ve kenara kaldırılacak bir nesne olarak algılamak gerektiği söylenince, anne olayların kontrolünü ele aldı. Bebek ailenin bir parçasıydı. Ona diğerlerine davrandığı gibi davranmaya, misafir geldiğinde arka odada kalan ve adı geçmeyen “acayip bir şey” olarak değerlendirmemeye karar verdi. Çocuğun geleceğiyle ilgili önemli bir karardı bu. Annenin her zaman yanında olacağı, yapacağı bütün savaşlarda ona destek çıkacağı ve yenildiğinde onun güç kaynağı olacağı anlamına geliyordu.  


Sol Ayağın Keşfedilişi
Okula giden kız kardeşi bir akşam evde parlak sarı bir tebeşirle tahtaya yazı yazıyorlardu. Tebeşir nedense onu cezp etmiş, birden kardeşinin yaptığı şeyi yapmak için büyük bir istek duymuştu. Derken, küçük bir hamleyle uzandı ve tebeşiri kız kardeşinin elinden sol ayağıyla aldı. Bunu yaparken neden sol ayağını kullandığını bilmiyordu. Ayak parmaklarına sıkıştırdığı tebeşirle tahtanın üzerine kargacık burgacık şekiller çizmeye başladı. Herkesin bakışları onun üzerine kilitlenmişti.
Annesi oğlunun yanına gelerek “Sana bununla  ne  yapılacağını  göstereceğim Christy” dedi gözleri yaşlı halde. Yeni bir tebeşir aldı ve yere “A” harfi  çizdi. Christy bunu kopya etmek istediyse de başaramadı. Şaşkın, donmuş,  gergin, sabırsızlanarak bir mucize bekleyen yüzler çevrelemişti kendisini. Bir deneme daha yaptı; ama başaramıyordu.
Vazgeçmekten başka çaresi kalmamıştı. Oğlunun umudunu yitidiğini gören anne elini çocuğunun omzuna koydu ve bu kez birlikte yazmayı denediler. Evet, sonunda olmuştu! Biraz şekilsiz ama gayretin ve gözyaşının eseri bir  “A” harfi yazılıydı yerde.
Dudaklarıyla konuşamıyordu belki ama yazarak iletişim kurabiliyor, kendini çizgilerle ifade edebiliyordu. Ayakları onun eli, kolu, dili olmuştu adeta. Ne zaman ayağına bir şeyler giydirilse, aynı hızla çıkarıyordu. Normal bir insanın elleri arkasında bağlandığında hissettiği şeyleri hissediyordu çünkü.
Anne, onu diğerleri gibi okula göndermesinin imkansız olduğunu biliyor, ona nasıl yardımcı olacağı konusunda çıkar yol bulamıyordu. Çünkü zihinsel sağlığının normal olduğuna bir şüphe duymamasına rağmen, eğitim alamayacak olması onu endişelendiriyordu. Çocuğunun bedensel kusurları olabilirdi; ama zihinsel gelişimini hızlandıracak bir programdan mahrum kalması onu kahrediyordu. Evin içinde ona okuma-yazma öğretmeye çalışıyordu elinden geldiğince. Annenin çocuğuna inancı ve çocuğun da gayret ve azmiyle önemli bir aşama kaydetmişlerdi. Yazmayı öğrendiği ilk kelime şuydu: A-N-N-E.
Hayat, acı vermeye başlamıştı. Yıllar geçiyordu ve o şimdi on yaşında, yürüyemeyen, konuşamayan, kendi başına yemek yiyemeyen veya giyinemeyen bir çocuktu. Acizdi ama bunun yeni yeni farkına varıyordu. Onu diğerlerinden “farklı” kılan şeyin ne olduğu ve nedeni hakkında hiçbir şey bilmiyordu daha. Ancak ağaca çıkamamanın, arkadaşlarıyla top oynayamamanın ya da bir elmayı dilediği gibi yiyememenin eksikliğini ve acısını hissetmiyor olamazdı.
Kendi ellerine bakıyordu. Bükülmüş, yamuk parmaklı, eğri, garip ellerdi bunlar. Hiçbir zaman sabit durmayan, sürekli kıpırdayıp titreyen, insan elinden çok kıvrılmış iki yılana benzeyen eller... O ellerin görüntüsünden, aynada gördüğü o sallanan kafadan ve bir kenarı sarkmış ağızdan nefret etmeye, böylece aynadan da nefret etmeye ve korkmaya başlamıştı. Yanından yabancı birileri geçtiğinde yüzünü saklıyor; fakat gözden yitene kadar arkalarına dönüp dönüp kendisine bakmaları ve bu acıyan gözlerin üzerinde odaklanması gözünden kaçmıyordu. 
Fakat kendisine inanan bir annesi vardı yanı başında. Birlikte tek yürek ve tek beden olmuşlardı. Birlikte nefes alıyor, ortak amaçları doğrultusunda adeta el ele tırmanıyorlardı zorlu bir dağı.
Okumayı, yazmayı ve nihayet sol ayağının parmağı ile daktilo yazmayı öğrenmişti. Öte yandan resim yeteneği de gün yüzüne çıkmıştı.
Sol ayağıyla 12 yaşındayken yaptığı bir resmiyle Sunday Independent dergisinin çocuklar arasında düzenlediği resim yarışmasında kazandığı ödül onu iyiden iyiye cesaretlendirmişti.  
Yazmayı öğrenmekle kalmamıştı Christy. Bu işi de kendine has ve özel bir üslupla yerine getiriyordu. Onun kelimeleri, cümleleri başkaydı.
Yazdıklarıyla kalplerin en hassas yerlerine dokunuyor, zorlu bir yaşam mücadelesiyle hayata sımsıkı tutunmayı öğrenen bir kalem dolaşıyordu sayfalarda. O, yani Christy Brown, İrlanda edebiyatının devleri arasında yer alacak bir yazar olmuştu.
Anne sevgisinin, güvenin ve dayanışmanın her an tazelediği bir başarı öyküsüydü onunkisi. Önce ‘My Left Foot’ (Sol Ayağım) isimli otobiyografik bir roman yazdı. Ardından ‘Parlak Meslek’, ‘Yaz Üzerinde Gölge’ ve ‘Vahşi Zambaklar’ isimli romanları yayımlandı. ‘Sol Ayağım’ adlı eseri 1989 yılında sinemaya uyarlandı. Brown’ı canlandıran Daniel Day-Lewis en iyi aktör, annesini canlandıran Brenda Fricker ise en iyi yardımcı kadın oyuncu dalında Oscar ödülünü aldılar. Şiirlerini ‘Toplu Şiirler’ ismi altında derleyen Christy Brown 1981 yılında yaşamını yitirdi.
Umudun  tükendiğini zannettiğimizde Christy Brown’un hayatını hatırlayabilir ve yaşamımızda yepyeni bir ışık ortaya çıkabiliriz. Sizin yapacağınız tek şey kendinize inanıp neleri yapabileceğinizin farkına varmaktır. Sizi ne olduğunuz değil, ne olacağınız durdurur.

   
CHRISTY BROWN ANLATIYOR 
“Annem bir gün, üst kattaki odada Christmas’da Noel Baba’dan aldığım hikaye kitabındaki resimleri göstererek içindeki hayvan ve bitki isimlerini bana tekrar ettirmeye çalışırken yaşadığı başarısızlığı anlatmıştı. Bu iş saatlerce sürmüş ve o da benimle konuşmuş ve gülmüştü. Sonunda üzerime eğilerek kulağıma yavaşca şunları fısıldamıştı:
‘Hoşuna gitti mi Chris? Ayıları, maymunları ve güzel çiçekleri beğendin mi? İyi bir çocuk gibi evet için başını salla.’
Oysaki ben, onu anladığıma dair herhangi bir şey yapamıyordum. Yüzü umutla benimkinin üzerindeydi. Aniden tuhaf elim, boynuna dökülen koyu renk dalgalı saçının bir tutamını kontrolsüzce yakaladı. Sımsıkı kapanmış parmakları nazikçe açmasına rağmen aralarında hala birkaç tel kalmıştı. Şaşkın bakışlarımın ardından arkasını dönüp ağlayarak terk etti odayı.”